17 Eylül 2015 Perşembe

Kore'den...

Herkese merhabaaa!
Biliyorum uzun bir ara oldu, hepiniz çok beklediniz. Öncelikle size blogumdaki anlamsız reklamları aç(ojem bozuldu şu an)ıklamak istiyorum...

Hiçbir fikrim yok!! Nereden çıktılar bilmiyorum. Size olduğu gibi beni de başka sekmeye yönlendiren, sinir bozucu bir durum. Bilen kişilere sordum, Blogspot'un bunla ilgili mücadelesi yokmuş. Yani her an adresi tüm yazılarla birlikte Wordpress'e taşıyabilirim. Merak etmeyin yapmadan herkese bildireceğim.

Ayrıca...
Herkese çok teşekkür ederim, çok yazmamama rağmen her gün kemik 600 ziyaretçim var. Binlerce ziyaretçi olmuş başladığım günlen beri neredeyse 100bini bulmuş. Bunu iş olarak yapmamı söyleyen çok kişi oldu ama yeterli zamanı ayırabileceğimi zannetmiyorum. Zorunluluk gibi değil keyifle yazmayı tercih ettiğim için de bu kadar gecikiyorum. Keyifle yazdığım için de çok güzel geri dönüşler alıyorum. Böyle devam..

Gelelim Kore'ye.
Kalitesiyle Koreliler'in en sevdiği Korean Air'den alınmış biletimle uçağa bindim. (1.400 dolar/3.500 lira tek gidiş idi. Neyse ki Kore Hükümeti karşılıyor bileti. )
Uçaktan çok korkan biri olarak epey gergindim başta. Sonra yanıma çok tatlı yaşlı bir çift oturdu. Bütün yol onlarla yarı Korece yarı İngilizce sohbet ettik. Uçak bir dakika bile sallanmadan gitti. Hizmete değinmeyeceğim bile. İlk defa bir uçuştan çok keyif aldım.

İnişe geçtiğimiz sırada burnum sızlamaya başladı, gözlerim doldu. Hayalimin gerçekleşmesinin yanında, birazdan sarılacağım Daeseon'un orada beni bekliyor olması kalbimi patlatacak kadar hızlandırmıştı. Yanımdaki amcadan utandığım için kafamı cama dayayıp birkaç saniye ağladım. Sonra işte vedalaştık kendileriyle ve uçaktan indim. Muhtemelen havaalanındaki herkes bu gerizekalı kız neden böyle gülümseyerek bir yerlere koşuyor demiştir. Alelacele bavulumu aldım, ilk benimki çıkmıştı makinadan sanki biliyorlarmış gibi. Sonra koşa koşa çıkışa yöneldim.
Ve kapıdan çıktım....

Karşıda bana gülümseyen Daeseon önce hiç hareket etmedi. O anın tadını çıkarmak istiyormuş gibi duruyordu. Ben de durdum. Birkaç saniye birbirimizi izledik..
Sonra ben koşmaya başladım. Bavulumu geride bırakarak kucağına atladım. Sımsıkı sarıldık. İkimizin de kalbi birbirimizin göğüslerine çarpıyordu, hissediyordum. Elimi alıp göğsüne koydu, "bak" dedi.
"Çok mutluyum, çok mutluyum..." sadece bunları söyleyebildim. Sesim titriyordu. Oturup bir süre birbirimizi izledik.

Sonra...

Okul görevlisiyle buluştum. Bizi özel araca bindirip okula gönderdiler. O sırada Türkiye'den birlikte geldiğim diğer KGSP öğrencisi arkadaşım Esra da yanımızdaydı. Esra ile yalnızca aynı okulda olduğumuzu düşünüyorduk meğer oda arkadaşıymışız. (Bu arada dünyanın en şanslı insanı olabilirim, daha iyi bir oda arkadaşım olamazdı.)

Önce yurda getirildik. Eşyalarımızı bıraktık, sonra tüm yabancı öğrencilerle birlikte üniversiteye doğru yürüdük. Orada buddy'mizle tanıştık. (Buddy: Bize yardımcı olması için görevlendirilen üniversite öğrencisi. Herkesin bir buddy'si var ve onunla arkadaşlık edip adaptasyon sürecini atlatıyoruz. Öğrencilerin yalnız kalmaması için çok güzel bir uygulama.) Programlar verildi ve hafta sonu için serbest bırakıldık.

Güzel bir hafta sonunun ardından okul çok hızlı bir şekilde başladı. Tekrar sağlık testlerinden geçtik, gayet eğlenceli oryantasyonlar yapıldı. Özellikle Seoul'de tüm KGSP öğrencileriyle yapılan oryantasyon çok çok keyifliydi.

Sınıfa alıştım, yurda alıştım, Incheon'a alıştım. Her haftasonu Seoul'e kaçıyorum. Arkadaşlarımla ve Daeseon'la buluşuyorum. Çok eğlenceli bir sınıfım var. Dünyanın dört bir yanından gelmiş, birbirinden zeki insanlar tanıyorum. Herkesin bir hikayesi, farklı bir kültürü var. Bunları deneyimlemek gerçekten harika. Ama tempo çok yoğun. Kore'de okulu asmak, derse geç kalmak, ödev yapmamak falan pek olası şeyler değil. O yüzden hem okuyup hem eğlenceli hayattan ayrılmamak beni çok yoruyor ve tüm zamanımı alıyor. Yine de çok keyifli. Çünkü stresimi atacak her şey var.

Inha University, KGSP dil okulları arasından en iyisi diyebilirim. Yeri olsun, imkanları olsun bulunduğu şehri olsun, yurdu olsun. Olanaklar çok çok iyi. Dil okulunuzu kendiniz seçemiyorsunuz, sistem ilk yıl Seoul dışına sizi otomatik atıyor. O yüzden burada biraz şans devreye giriyor. Başka arkadaşlarımdan kendi okul ve yurtları ile ilgili üzücü şeyler duydum. Çok memnun olmadıklarını söylüyorlar. Onlar için üzülmekle birlikte bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum.

Kore, her zamanki gibi çok güzel. Gelir gelmez bir sürü festivale gittim. Okul hayatı, çok hoş. Sürekli bir etkinlik yapılıyor. Ve okulla ilgili en sevdiğim şey ise her sabah kampüste müzik yayını yapılması. Güne çok enerjik ve keyifli başlıyorsunuz. Sanki bir dizinin içindeymişsiniz gibi hissettiriyor. Kampüs ve üniversite hayatıyla ilgili ayrıca bir yazı yazacağım zaten.

Velhasıl böyleydi Kore'deki ilk anlarım. Yazmaya devam edeceğim merak etmeyin. Şimdi arkadaşım geliyor, onunla buluşmam lazım. Sadece merakınızı biraz olsun gidereyim dedim.

Şimdilik hoşçakalın..


7 Ağustos 2015 Cuma

Ne Yiyelim Ne İçelim- 3

Tekrar merhaba,
Kore'de neler yiyelim neleri yemeden önce düşünelim yazılarıma devam ediyorum.

-1-
İlk olarak Spoon Pizza'dan söz etmek istiyorum. Türkçesi 'kaşık pizza' olan bu pizza adından da belli olduğu gibi kaşık ile yeniyor.
1
Mies Container isimli restoranda satılan bu pizzayı Kore'nin meşhur semtlerinde bulmanız mümkün. En ünlüsü Gangnam'da olan restoranın Hong Dae şubesi de oldukça büyük ve güzel.
Pizzanın birçok çeşidi olmakla birlikte içerisinde domuz eti olup olmadığını sormanızı tavsiye ederim.
Altında lavaş gibi ince bir katman ve üzerinde çok lezzetli malzemeler var. Gerçekten yemelere doyamadığım bir yemekti. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Fiyatlarını unutmakla birlikte çok ucuz olduğunu söyleyemeyeceğim. Zaten Kore Won'u bizim için pahalı olduğundan şu an Kore'de her şey pahalı. O yüzden fiyatlara çok takılmayın derim.

-2-
2
Bu yemeğin adını tamamen unuttum ama Korelilerin sık yediği yemeklerden bir tanesi. Benim için bir hayal kırıklığı olduğunu söylemem mümkün. Midyeler bildiğimiz midye gibi değildi. Sanıyorum yemeğin içerisindeki soslardan kaynaklı bir şey. İçerisinde balık keki, ramen ve kimçi var. Balık keki her ne kadar bizim damak lezzetimize uymasa da, ben severek yiyorum(balık kokan lavaş gibi düşünün. Ama tam böyle düşünmeyin, böyle düşününce kötü oluyor hjdjh). Sonuç olarak deneyebilirsiniz ama sever misiniz bilemem. Ben söyleyeyim de sonra param boşa gitti İrem Hanım demeyin.

-3-
Bu Kore'deki ilk kahvaltım idi. 
Kahvaltı mı? Zeytin nerde? dediğinizi duyar gibiyim. Blogumu sürekli takip edenlerdenseniz bunu biliyor olmalısınız zaten. Bildiğiniz gibi Korelilerin kahvaltı kültürü yok. Sabah uyandıklarında da akşam yedikleri yemekleri yiyorlar. Mmh sabahları kızarmış ekmek kokusuyla değil, balık çorbası kokusuyla uyanıyorsunuz, hazır olun. 


3
Velhasıl, Kimçi cige ismindeki sulu yemeğin içinde bolca kimçi, soya filizi ve tofu var(sanırım tofu ve kimçinin ne olduğunu daha önce açıklamıştım). İlk defa Kore yemeği yiyenler için kötü kokulu ve lezzetsiz bir yemek. Fakat uzun zamandır Kore yemeklerine alışkınsanız sevmeye başlıyorsunuz(bkz. Ben). Sağlıklı ve çok tüketilen yemeklerden bir tanesi.

Yemeğin yanında gördükleriniz, Korelilerin her yemekte tükettikleri turşu çeşitleri. En soldaki ince fasulye gibi olanlar taze sarımsak gibi bir şey. Ben bayılıyorum. Ama buram buram sarımsak yani çok fena. Neyse ki Kore'de sarımsak kokma sorununuz yok. Bir buluşma öncesi de yiyebilirsiniz çünkü muhtemelen buluşacağınız kişi de sarımsak kokuyordur ehwehwhe. En sağdaki soslanmış sarımsak mesela. Tane tane atıyorlar ağızlarına, lup. Yeşil olan haşlanmış kabak onun önündeki de acılı turp turşusu ve bunu da çok severim. 


-4-
Pacoooooon. Bu yemeğin adı pacon(pakon ya da peykın değil, her zaman okunduğu gibi yazıyorum).
4

Kore pizzası olarak adlandırılan bu yemek mücverle krep arası bir şey. İçerisindeki malzemeler değişmekle birlikte, bunun içerisinde deniz mahsülleri ve taze soğan gibi sebzeler vardı. 

Malzemelerin sulu hamurla karıştırılıp kızartılmasıyla yapılıyor. ÇOK lezzetli. Bizim damak tadımıza uygun bir yemek. Küçük kaselerdeki sosumsu şeye bandırılarak yeniyor. Meşhur pirinç birası makgoli ile çok güzel gider, geleneksel yenişi bu şekilde. Pirinç birası da beyaz renkte su kıvamında tadı da bence fena değil, bu ikiliyi mutlaka deneyin diyorum. 


-5-
5
Sürpriz yemek.
..
Bu ne?
Garip gözüküyor biraz.
..
Ne olabilir?
..
Lezzetli midir acaba?
??
Bulamaç mı o yahu.
..
..
Tavuk gördüm sanki.
..

Arkadaşlar bu yemek... Kumpir.


Ahey ahey, gittim Kore'de kumpir buldum çünkü ben bir kumpir canavarıyım. 

Bunla ilgili olan minik anımı da paylaşmak istiyorum. 

O sabah uyanıp yatakta doğrulduğumda ilk söylediğim şey 'kumpir istiyorum yeaaa' olmuştu. İstemsizce olan bu durum o gün kurduğum ilk cümleydi. 

Bir şeyler yemek için dışarı çıktığımızda arkadaşım bir dükkanın tabelasındaki patatesi göstererek 'aa İrem kumpir' dedi. Ben de 'höö çok komik' diyerek yürümek istediğimde arkadaşım kolumdan tutarak 'dalga geçmiyorum bak işte kumpir' dedi. 
Arka fonda sır kapısı müziği ile içeri daldım. 
Tabii keşke uyandığımda ilk söylediğim '1 milyon dolar istiyorum' olsaymış.

Her neyse..


Biraz değişik gözüküyor olabilir. Ama çok lezzetliydi.


Malzemeler patatesin içine yerleştirilmiyor, pürenin üzerine bu şekilde konuyor. Birde içine açık büfeden malzeme doldurma şansınız yok. Hazır menüden var olan çeşitlerin arasından seçiyorsunuz. Bulgogili kumpir falan vardı haha. Ben tavukluyu seçtim. 


Dükkanın duvarlarında müşterilerin yazdığı notlar, Türkiye'ye ait resimler ve desenler vardı. Notların arasında birkaç Türk gördüm. Belli ki bu küçük dükkanı benden önce keşfedenler olmuş. Dükkanın sahibi Koreli, zamanında Türkiye'ye gelip bu lezzeti Kore'ye taşımak isteyen girişimci bir abimiz(ağabeyimiz). N'apmış, iyi yapmış. Gittik yedik. Biz oradayken de bir sürü Koreli müşteri geldi.


Gitmek isterseniz, HongDae H&M mağazasının tam karşısındaki ara sokağa girin ve sağdaki dükkanlara bakın. Minik bir girişi var, göreceksiniz. Yalnız kara haber tez duyulur, fiyatlar 23.000won civarıydı. Türk Lirası'na çevirince 40lira gibi bir fiyattan söz ediyoruz. Burnunuzda tütmüyorsa çok da lazım değil yani ehieh.


Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, hepinize afiyet olsun der, giderim.

Sizleri seviyorum, görüşmek üzere <3

9 Temmuz 2015 Perşembe

KGSP- 2

Vallahi tembelliğimden yazmıyorum.
Son iki senenin yoruculuğu beni bitirdi, o yüzden karpuz gibi yatarak büyümekle meşgulüm şu ara.
Merhaba!

Burs ile ilgili yazımdan sonra gelen mailler arttıkça arttı, büyüdü, dağ oldu. Hepsine keyifle ve elimden geldiğince cevap veriyorum. Birilerine yardımcı olabilmek benim için bir zevk. Fakat bir ricam var:
Henüz lise birinci sınıf, hatta lise yerleştirme sınavlarına bile girmemiş arkadaşlarımızın yüksek lisans sorularını fasit buluyorum. Üniversite birinci sınıf bile dört sene sonrasını düşünmek için çok erken değil mi? KGSP kuralları her sene değişiyor. Temelde istedikleri belli şeyler olsa da, jüriden tutun istenen belgelere kadar her şey değişebiliyor. Erken başlanması gereken şeyler belli. Dil öğrenmek, kendini geliştirmek vesaire... Burs için hazırlıklara son bir sene başlamak yeterli olacaktır. Bu nedenle dürüst olmak gerekirse, üniversite son sınıf olan veya doktora yapacak arkadaşların soruları benim için daha kıymetli.

"Ben Kore'de okumak/yaşamak istiyorum. Ne yapmam lazım?" diye sorular geliyor :D Bu böyle olacak iş mi? Bu sorunun tek cevabı olabilir mi? Ayrıca ülke değiştirmek göründüğü kadar kolay bir iş değil arkadaşlar. Her şeyi geride bırakıp bambaşka bir dünyaya göz açmak, oraya ayak uydurmak inanın dizilerdeki gibi olmuyor. Kore'de insanların gece 23:00'lere kadar çalıştığından haberdar değil muhtemelen çoğunuz. Ve Güney Kore'nin intihar oranı en yüksek ülke olduğundan da...
Her neyse, demek istediğim, bu işler öyle toz pembe değil ve yalnızca dizilerdeki gibi bir hayat istediğinizden dolayı Kore'ye gidip yüksek lisans yapılmaz. Orada da bir anlaşalım.

Kore'ye seyahat edin, mutlaka gidin. Kesinlikle deneyimlenmesi gereken bir yer. Kariyer planlarınıza Kore'yi dahil etmek istiyorsanız onu da yapın. Ama Lee MinHo için Kore'ye gidilmez. :D Bu yüzden benden bu doğrultuda yardımlar isterseniz, ben de çok memnun olurum

Gelelim KGSP ile ilgili yeni bilgilere.

Asıl iş kazandıktan sonra başlıyor demişlerdi de inanmamıştım. Bursu kazandıktan sonra belgeleriniz Kore'ye gönderiliyor ve siz beklemeye devam ediyorsunuz. Önce NIIED tarafından bir elemeden daha geçiyor. (NIIED bursu veren kurum)
Bu süreç içerisinde mutlaka mailinizi kontrol etmeniz gerekiyor. Yeni mailler göndermeniz gerekecek çünkü. Belgeleriniz NIIED onayından da geçtikten sonra (sahte belge varsa onaydan geçmeyecektir) başvururken seçmiş olduğunuz üniversitelere ulaşıyor. Sonra üniversitelerden haber bekliyorsunuz.
Kötü haber: Üç üniversitenin üçü de sizi istemezse burs hakkınızı kaybediyorsunuz. O yüzden heyecan hiç bitmiyor. Üniversitelerden mail veya telefon yoluyla cevaplar alıyorsunuz. Bazı okullar telefonla arayıp İngilizce/Korece bir mülakat daha yapıyorlar. Üç üniversite de sizi seçerse üçünden birisini tercih edip NIIED'ye tekrar mail ile bildiriyorsunuz. Bu sıralamaların hepsi size mail ile haber ediliyor. O yüzden her gün maillerinizi kontrol etmeniz gerekli.

Sonra hazırlık okuyacağınız okul size haber veriliyor. Hazırlık -yani bir yıllık Korece kursu- seçtiğiniz üniversitede ve Seoul'de olmuyor. Öğrencilerin Kore'yi daha iyi tanımaları için Seoul dışında bir üniversitede -eğer TOPIK 5level belgeniz yoksa- bir senelik Korece eğitimi almaları sağlanıyor. Bu üniversite herkese rastgele veriliyor.
Benimki Incheon'da Inha Üniversitesi mesela. Şanslıyım ki Seoul'e çok yakın ve büyük şehir. Ayrıca güzel bir üniversite çıktı.
Tabii herkese böyle olmayabiliyor. Bir kadın arkadaşımızın kötü şartlar yüzünden ilk sene kaçıp geldiğini duydum. (Bu arada kaçmak istediğiniz an, o ana dek size yatırılmış tüm parayı geri istiyorlar. Uçak bileti dahil. O yüzden Pledge'i imzalarken iyi düşünün buna hazır mısınız. Burs kesilme şartları çok ayrıntılı. Nefes alsanız burs kesilecek neredeyse)
Vize almanız gerektiğinde bu işlemi Ankara veya İstanbul'dan yapıyorsunuz. Tabii önce okulunuzun size 'davet mektubu' göndermesi gerekiyor. Bu mektup olmadan vize alamıyorsunuz.
Bu mektup da yine mail ile Pdf olarak gönderiliyor. Vizeyi alıp üniversitenize bildiriyorsunuz. Size uçak bileti almaları için bir takım yeni bilgiler istiyorlar. Onları da gönderdikten sonra uçak biletiniz alınıyor ve belirlenen günde Kore'ye intikal ediyorsunuz.
Havaalanından üniversiteye ait görevliler sizi karşılıyorlar ve yurda yerleştiriliyorsunuz. Daha sonra -binlerce sağlık testi göndermiş olmanıza rağmen- tekrardan sağlık testlerinden geçiyorsunuz. Kore'ye giriş çıkış yapmanız için göçmenlik bürosundan kart alıyorsunuz. Banka hesabınız da oluşturuluyor. Ve yeni hayata merhaba...

Başıma gelen bir talihsizlikten söz edip sizi de bu konuda uyarmak istiyorum.
Kesinlikle bursu kazandım -ya da kazanamam- diyerek önceden bilet almayın.

Aylardan aralık... Bursa başvurmayı düşünüyorum ama kazanacağımdan çok emin değilim. O yüzden işimi garantiye alıp gidiş-dönüş uçak biletimi almıştım. Üç aylık bir Kore seyahati gerçekleştirecektim. Ev kiraladım, kaporalar ödedim.. Bursu kazandım, her şey harikaydı. Erkenden gider iki ay tatil yapar sonra da okulum açılır diye düşünüyordum. Fakat aylardan haziran olduğunda işlerin rengi değişti.

Kore Hükümeti onlardan bağımsız hareket edilmesini istemiyor. Her şey planlanmış ve tüm dünyadan gelecek 700 öğrenci için sıraya konulmuş. Bunun dışına çıkmak yasak. Bu kuralı yıkmak için onlarca kişiyle görüştüm. Biletim yanacaktı. Yaz tatilim, hayaller, kapora.. Hepsi yanacaktı. Yalvar yakar bir şekilde NIIED'yi ikna etmiş olsam da iş vize almaya geldiğinde çıkmaza girdi. Uzun uzun anlatmayacağım ama özetle erken gitmek bursumu tehlikeye sokacaktı. Bu nedenle yaklaşık 4bin lirayı çöpe atmış oldum. Bununla birlikte yaz planlarımı da.
Bu nedenle sakın böyle hatalar yapmayın ve size ne deniyorsa dinleyin. Ben risk almıştım, battım. :D Ama giden diyoruz para olsun değil mi? Sonuçta en büyük hayalim gerçek olmuş, bir buçuk ay geç gideyim ne olacak. (bkz. züğürt tesellisi)

Kazandıktan sonraki aşamalarda da birçok mail alma gönderme, yeni yeni belgeler hazırlama işleri çıkıyor. Benim hala bitmedi daha geçici mezuniyet belgemi çevirtip notere onaylatacağım bu bana 200 liraya daha mal olacak. Sonra aynı işlem diploma için yapılacak. Bunun için ağabeyime vekalet vereceğim yine noterden, o da masraf. Çünkü ben burada değilken diplomamın okuldan alınması gerekiyor. Vize için Ankara'ya gittim yol parası, vesaire. Astarı yüzünden pahalı oldu bu işin, bittim vallahi bittim.

Artık yüzdük kuyruğundayız. Biz mağdur olduk böyle, yazalım bir yerlere de arkadan gelenlere kolaylık olsun bari.

Bu arada havalar çok sıcak, öğlen dışarılara çıkmayın. Benim gibi yatın klimanın altına, blogumu okuyun. Herkeslere sevgiler..
Görüşeceğiz!.

24 Mayıs 2015 Pazar

Kore'nin Güzellik Anlayışı

Çok uzun bir aradan sonra tekrar merhaba..
Kgsp ve yemeklerle ilgili yazı yazmaya devam edeceğim ama öncelikle bu konuya değinmek istedim sevgili arkadaşlarım.

Esasında Kore'nin olumlu olumsuz her yanını anlatmak istiyorum. Kore hakkında bildiğim olumsuz çok fazla şey var. Fakat bunu burslu bir öğrenci olarak tabiri caizse 'ekmeğini yediğim ülkeye' ihanet etmek gibi hissediyorum. Ama Korelilerin güzellik anlayışlarından bahsederken her şeyi anlatmak zorundayım ve Kore'deki güzellik sektörünün eleştirdiğim yönleri var. Bu nedenle bu aşamada hepsini sizlere aktaracağım.

Güney Kore, dünyada estetik oranının en yüksek olduğu ülke olarak biliniyor. Asya'nın ve dünyanın dört bir yanından estetik ameliyatı olmaya gelen binlerce yabancı var. Neden bu kadar estetik oluyorlar sorusuna gelmeden önce, doğal güzellik anlayışlarından söz etmek istiyorum.

Koreliler her Asyalı gibi beyaz cilt seviyor. Öyle ki cilt beyazlatmak için bile kimyasal birtakım işlemlerden geçenler var. Kimileri de kozmetik ürünlerle bu beyazlığı sağlamaya çalışıyor. Asyalı turistlerin yaz günü şapkalar, gözlükler, şemsiyeler hatta uzun kollu t-shirtlerle gezmelerinin de tek sebebi, güneşten yanmak istememeleri. Bunun geçmişten gelen bir kültürle günümüzde moda haline geldiğini daha önceki bir yazımda kısaca açıklamıştım.

Beyaz tenden sonra, Koreliler açık kahve saçları da çok seviyorlar. Sarı saç her ne kadar dikkat çekse de, daha doğal olduğu için genelde açık kahve tonlarını tercih ediyorlar. Bu ayrıca ciltlerini de daha beyaz gösteriyor.

Zayıf olmak Kore'de de önemli. Zaten ülkede pek fazla şişman yok ama özellikle kızlar 'chopstick' bacak diye tabir edilen çubuk gibi bacaklara sahip olmak için sürekli diyet yapıyorlar. Mağazalarda öyle bedenler var ki, çocuk bezi mi şort mu ayırt edemiyorsunuz.

Ve moda...
Modanın kalbi New York'ta mı yoksa Milano'da mı atıyor artık emin değilim. Özellikle gençlerde inanılmaz bir moda düşkünlüğü var. Türkiye modasının hızıyla arasında tam 8 ay fark var. Kore'de çoktan demode olan bir şey Türkiye'ye anca geliyor. Erkekler neredeyse kızlardan daha ilgililer. Clutch diye tabir edilen bize göre kadın el çantalarını bir erkekte çok rahat görebilirsiniz. Stylish görünmek, tarz görünmek çok önemli. Ve gerçekten bu işi çok iyi başarıyorlar. Hele markalar... Kore'de tam bir marka çılgınlığı var. Çok pahalı olan, bizim mağazalarına bile girmekten çekindiğimiz markalardan alışveriş yapıyorlar. Paraları olmayanlar bile yemeden içmeden para biriktirip o markaya sahip olmaya çalışıyor. (Kore gerçekten müthiş kapitalist bir ülke. Canınız sıkılmasın diye politika, ideoloji, tarih falan kasmıyorum ama anlatacağım çok şey var aslında.)
Kore'de erkekler de saçlarında farklı tarzlar deneyip boyatıyorlar. Pembe, mavi, sarı, yeşil, beyaz... Hiç fark etmez. Tarz olmanın kadını erkeği yok. Her şey unisex. Kore'yi tanımıyorsanız "öyle şey mi olur?" dediğinizi duyar gibiyim. Oluyor. Hatta bana göre çok güzel oluyor. Açıkçası renkli saçlı güzel giyinmiş Asyalı bir erkek bence çok maskülen,yakışıklı ve çekici olabilir. Altını çiziyorum Asyalı. Bu kesinlikle batılı bir erkeğe yakışacak bir tarz değil.

Cilt, saç, giyimden bahsettikten sonra gelelim estetiğe..

Animeleri bilirsiniz değil mi? Hepimiz Pokemon'la büyüdük sonuçta. Nasıldı oradaki erkekler? Ve özellikle kadınlar? Kocaman göz, V şeklinde çene, keskin hatları olan burun, minik bir yüz, uzun bacaklar, büyük göğüs ve ince bel.. Hah işte tam olarak bundan oluşuyor Kore'deki güzellik anlayışı. Batılıları çok beğeniyorlar ve öyle olmaya çalışıyorlar. Model olan, süper güzel bir arkadaşım bile bana "sen batılısın asla senin kadar güzel olamam" demişti. Ben ise gördüğüm her Koreli'ye bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu anlatıyorum ve anlatmaya da devam edeceğim.
Gelelim ameliyatlara..

Göz kapağı ameliyatı Kore'de en çok yapılan ameliyat. Gözleriyle ilgili kompleksleri olduğunu kendileri söylüyorlar. O yüzden rica ediyorum bir Asyalı gördüğünüzde elinizle gözlerinizi çekiştirmeyin. Bu onlar için çok saygısızca bir hareket. Zaten Asyalıların gözleri çekik değil düşük kapaklı. Kapağı bir miktar kestiriyorlar ve ta-daaa daha büyük bir göz. Göz altlarına madde enjekte ettirip oradaki deriyi şişirterek daha da ileri gidenler de yok değil. Ayrıca estetik dışında circle lens denilen ve göz bebeğini büyüten lenslerden kullanıyorlar.

Burunları: Burunları ise alçak olduğu için içerisine bir madde yerleştirilip kemikli burun haline getiriliyor.

Gelelim yüze. Koreliler, bol yanaklı, genetik olarak da kafaları bize göre büyük yapıdalar. Oysa ki onlar, küçük, minicik yüzleri seviyorlar. Miranda Kerr'in bu kadar sevilmesinin bir sebebi olmalıydı değil mi? hahah. Bu nedenle çene kemiklerini törpületerek, deri altına birtakım maddeler enjekte ettirerek suratlarını küçültmeye çalışıyorlar.

Uzun bacaklar... Yok korkmayın. Bunun için bir estetik yöntemi henüz yok. Koreliler yine yapı olarak, oldukça uzun gövdeli ama kısa bacaklı insanlar. Hatta bu nedenle otururken çok uzun sandığınız biri ayağa kalktığında sizi şaşırtabiliyor. Buna çare olarak, topuklu ayakkabılar, ayakkabının içine konulan extra tabanlar, kızların diz üstü çoraplarla yüksek bel etekler giymeleri vesaire bulunmuş. Diz üstü çorabın da Asya'da neden bu kadar kullanıldığını da böylece anlamış oldunuz.

Göğüs içinse, bildiğiniz ameliyatlar yapılıyor. Ama o kadar ince beli nasıl yapıyorlar henüz öğrenemedim. Mutlaka bununla ilgili de yapılan bir şey olmalı.

Size örnek olarak birkaç estetikli ve estetiksiz fotoğraf koyacaktım ama bir gazeteci olarak kimsenin kişilik haklarına saygısızlık etmek istemem. Sansürlenmemiş bir fotoğrafı sahibinden habersiz kullanmak hoşuma gitmiyor. İsterseniz internette bununla ilgili birçok fotoğraf mevcut. Merak edenler araştırıp bakabilirler.

Tüm bunların yanında, Kore bu konuda ikiye bölünmüş durumda. Bir grup da yapılan bunca estetiğin saçmalık olduğunu, herkesin fabrikadan çıkmış gibi birbirine benzeyen biyonik insanlara dönüştüğünü düşünüyor. En azından benim yakın çevrem bu kişilerden oluşuyor.

Suç kimin? Arkadaşlar ne yazık ki Kore'de güzel olmak çok önemli. Güzelseniz her işiniz rast gidebilir. Çoğu zaman kişiliğinizin önüne geçiyor. Ve Kore'de bizdeki 'yazık günah' anlayışı olmadığı için çirkin insanlar acımasızca eleştiriliyor. Doğal görüntünüz sizin suçunuzmuş gibi aşağılanabiliyorsunuz. Tabii ki bir genellemeden söz ediyorum. Özellikle dindar kesim bu durumlardan tabii ki kaçınıyor. Ama güzellik her şekilde çok önemli. Sanıyorum ki bu yüzden, -ve tabii ki kapital düzenden- insanlar güzelleşmeye(!) çalışıyorlar.

Batılılara gelince. Aynı ameliyatları olup onlara benzemeye çalışanlar var. Ya da ameliyat olmadan, makyaj, lens vb şeylerle bunu deneyenler var. Koreliler batılılaşmak için bunları yaparken batılılar neden yapıyor ki?

Her neyse..
Bu konu da bu kadarlık yetsin arkadaşlarım.
Gitmeden hepinize Tarkan'dan gelsin: Başkası olma, kendin ol. Böyle çok daha güzelsin. ... Bkz: --> https://www.youtube.com/watch?v=qfk5O4RaifU

Haydi hoşçakalın!!

10 Nisan 2015 Cuma

Kore'de Yüksek Lisans- KGSP

Herkese merhabalar!

Büyük çabalar sonucunda nihayet, Güney Kore Hükümeti’nin vermiş olduğu yüksek lisans bursunu kazandım. Öncelikle tebriklerini ileten herkese tek tek çok teşekkür ediyorum.

Biliyorum ki, Güney Kore’de eğitim almak, birçok öğrencinin hayali. Kazandığımı duyurur duyurmaz bu bursla ilgilenen öğrencilerden sayısız mesaj aldım. Tabii ki, yıllarca hazırlanılmış bir şeyi herkese tek tek anlatmak oldukça zaman alıcı bir şey. Bu nedenle bu yazımda, ilgilenen herkese elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışacağım.

En başta paylaşmak istediğim bir şey var. Bu bursu çok istediğini söyleyen ama bununla ilgili en ufak bir araştırmaya dahi girmemiş olan arkadaşların işlerinin çok zor olduğunu belirtmek istiyorum. Bir kere, seçicileri ikna etmeniz için, bu işi gerçekten istediğinizi ve bununla ilgili kapsamlı bilgi sahibi olduğunuzu göstermeniz gerekiyor. Lee Min Ho yerine, bir kerecik Kore’de eğitim sitelerine göz atsanız, kafanızdaki birçok sorunun cevabını bulursunuz aslında. Böyle bir tepki göstermek istemezdim ama her şeyden önce işin ciddiyetinin farkında olmalısınız.

Gelelim esas konuya.

Yüksek Lisans Burs başvurularının duyuruları, Ankara Kore Kültür Merkezi’nin (KKM) resmi sitesinde yayınlanıyor. Her sene genelde şubat ayının ikinci haftasında başvuru duyurusu yapılıyor ve başvuru süresi başlıyor. Size bir aylık bir süre tanınıyor ve bu süre zarfında gerekli belgeleri KKM’ye posta ile göndermeniz gerekiyor. Başvurma şartlarının arasında, üniversite not ortalamasının 80 ve üzeri olması başlıca kural. Ayrıca ileri yaş,  daha önce Kore’de eğitim almış olmak gibi faktörler de, başvuruya engel teşkil edebiliyor. Bu noktada başvuru şartlarının iyi okunması gerekmekte sevgili arkadaşlar.

Belgeler her sene değişmekle birlikte, genel olarak; gelecek planı, çalışma planı, özgeçmiş, sağlık belgeleri, pasaport fotokopisi, referans mektubu, dil belgeleri, aldığınız ödüller, yazdığınız tez veya yayınlamış olduğunuz makaleler, nüfus kayıt örneği, diploma ya da mezun olunacağına dair okuldan alınmış belge, transkript, lise diploması vs. şeklinde belgeler oluyor. Başvuru duyurusuyla birlikte istenen belgelerin listesi ve bunun yanında birçok ek bilgi de duyurunun içinde belirtiliyor.

Belge toplama aşamasında, tüm belgelerinizin İngilizce olması gerekiyor. Kendi yazdığınız özgeçmiş gibi metinleri kendiniz İngilizce hazırlamanızın yanında, resmi ve İngilizceye çevrilmesi gereken belgeler, yeminli tercümanlar tarafından çevrilip noter onaylı olmak zorunda. Bu aşamada tabii bir miktar para harcamanız gerekecek. Sağlık belgeleri arasında uyuşturucu testi önemli olan belgelerden biri. Ve ne yazık ki, o da paralı bir test L. Baştan söyleyeyim, bu işlemler sırasında epey bir paranız gidecek buna hazır olun.  Dil belgeleri, ödüller, makale ve tez gibi belgeler zorunlu olmayan ama puan getiren belgeler. -Yani Toefl, Ielts(İngilizce) ve Topik(Korece) gibi sınavların belgeleri zorunlu değil ama önemli. – Ayrıca tüm belgelerinizin ıslak imzalı olması gerekiyor, yani resmi belgelerin fotokopileri kabul edilmeyecektir.

Belgeleri topladınız ve duyuruda verilen adrese gönderdiniz. Mülakata gitmeye hak kazananlarının açıklandığı gün geldi. Öncelikle belirteyim ‘yalnızca hak kazananlar’ aranıyor. Tüm gün telefon beklemek çok stresli olsa da, korkmayın genelde akşamüstü telefon ediyorlar. Başvuru yapan yüzlerce belki binlerce kişinin arasından 18 kişi, belirtilen gün ve saatlerde Ankara’ya çağırılıyor.

Mülakata giderken benim tavsiyem, düzgün giyinmeniz. Bilenler bilir ben oldukça resmi ama yaşıma da uygun bir giysi ile gitmiştim. Bunun için alışveriş falan yaptım. Giysi, sizin o işe saygınızı gösterir. Mülakata gittiğimde kot pantolon, şıkır şıkır bilekliklerle gelmiş insanlar gördüm. Jüri buna ne kadar takılıyor bilmiyorum ama ben olsam çok önemserdim. Sade, koyu renkli ve resmi giysiler tercih etmeniz iyi olur diye düşünüyorum.

Mülakata hak kazandınız ise, tebrikler!

Fakat yalnızca 5-6 kişi seçilecek unutmayın. (Seçilecek kişi sayısı da zaman zaman değişebiliyor, geçen senelerde 3-5 idi.) Öncelikle, içeri girdiğinizde hal hareketlerinize dikkat ederseniz sizin için olumlu bir önyargı ile başlarlar. Bir mülakatta nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili birkaç tavsiye yazısı okumanızda fayda var diye düşünüyorum.

Heyecan, elbette olacak. Diliniz sürçecek, bazen takılacaksınız konuşurken, normaldir. Bunları en aza indirgeyip jüriyi nasıl ikna edersiniz ona odaklanmalısınız. Bir kere bölümünüzde ne kadar uzman olduğunuzu, istekli ve bilgi sahibi olduğunuzu göstermelisiniz. Eğer yüksek lisans yapacağınız alan bölümünüzden farklı bir alansa da, neden bunu istediğinize dair sağlam sebepleriniz olmalı. Sordukları sorulara takılmadan, mantıklı cevaplar vermelisiniz. Çok ilginç sorular da gelecektir. Kore yemeklerini bile sorabilirler. Ben medya öğrencisi olduğum için Kore medyasıyla ilgili sorular sordular mesela. Hem hazırlıklı gittiğim için, hem de zaten işimi çok sevdiğim için, cevaplarımda onlara istediklerinden fazlasını verdim. Normalde jüri rengini belli etmez ama entelektüel biri olduğum ve backroundumun çok güzel olduğu şeklinde iltifat bile almıştım. Bunu duyunca içimde havai fişekler patlamıştı tabii ehiehe. Her neyse, diyelim ……... bölümü okudunuz, ama **** üzerine çalışmalar yaptınız. Bunun nedenini sorduklarında onlara geçerli sebepler sunarsanız, gerçekten **** ile ilgilendiğinizi, göz boyamak için ya da süs olsun diye o işle uğraşmadığınızı kanıtlamış olursunuz.

En çok gelen sorulardan biri ‘mülakat hangi dilde?’ oluyor. Eğer resmi* dil sınavı belgeleriniz var ise, mülakatın tamamı Türkçe yapılıyor. Eğer Korece veya İngilizce bildiğinizi belirttiyseniz fakat belgeniz yoksa kesinlikle ve kesinlikle o dillerde soru sorarak bilginizi test ediyorlar. Eğer bilmiyorsanız ve bildiğinizi de söylemediyseniz, sormuyorlar fakat bu sizin için büyük ölçüde eksi puan.

Benimki çok ciddiydi ama genelde birçok kişinin mülakatı eğlenceli geçiyormuş. Gülüp eğlenmeli, rahat bir ortam oluyormuş içerde. Mülakata ikinci sırada girdiğim için herhalde, bendeyken daha ortam ısınmamıştı. Yine de gülüp eğlenmelere kanmayın, ikinci kez deneyen birçok kişi, geçen seneki mülakatlarının çok iyi geçtiğini, kazanamayınca şaşırdıklarını söylüyorlardı.

Jüri her sene değişebiliyor. Geçen sene 4 kişiyken bu sene 4 Koreli 3 Türk’ten oluşan 7 kişi vardı.

Mülakat sonuçları telefon ile bildiriliyor. Bu kez kazanmayanları da arıyorlar. Yine akşamüstüne kadar Hakan Altun modunda telefon bekliyorsunuz.

Şimdi, bana hangi belgeleri koyduğumu falan soruyorlar. Ama bu iş ne yazık ki ‘kazanan kişi ne verdiyse ben de onu vereyim kesin kazanırım’ şeklinde yürümüyor. Size bütün tabuları yıkacak bir örnek vereceğim.

Birincisi, rakiplerim arasında ikinci kez deneyen sayısız kişiden tutun, Korece tez* yazmış insanlara kadar bir sürü aday vardı. (ikinci denemede ek puan var) Yani rekabet büyük onu söyleyeyim. 

Geleyim örneğime.

Çok yakın arkadaşım, lisesini birincilikle bitirmiş, Boğaziçi öğrencisi, Samsung’da staj yapmış, Toefl ve Topik’ten çok yüksek puanlı belgeler almış, üniversitesinde Kore topluluğu kurmuş, sağlam referansları olan, yüz üzerinden iki yüz kere kazanacağına ve hak ettiğine inandığım canım arkadaşım, ne yazık ki kazanamadı. Bunun gibi birkaç tane daha güçlü adayın kazanamadığını biliyorum. Bu örnekler sizi umutlandırabilir ya da umudunuzu kırabilir. Hem rakipler güçlü de olsa pes etmemeniz gerektiğini, hem de bazen ne kadar iyi olursanız olun bir şeylerin eksik gittiğini düşündürecektir. Bardağın hangi tarafından bakacağınıza siz karar verin.

Zorlu bir süreç. Yıpratıcı, gergin ve koşuşturmalı bir süreç. Ama kazanınca aldığınız hazzın tarifi yok. İnanan, gerçekten isteyen ve iyi hazırlanan herkesin kazanmasını gönülden diliyorum. Hepinize bu yolda başarılar dilerim. Asla pes etmeyin.


Bu da, bu dönemde bana cesaret veren şarkımdı. Size armağan ediyorum: http://www.dailymotion.com/video/x9jlv4_dima-bilan-believe_music

Haydi göreyim sizi! 

4 Nisan 2015 Cumartesi

Ne Yiyelim Ne İçelim? - 2

Selam olsun okuyucularıma,

Gezdiğin gördüğün senin olsun bize yediğin içtiğini anlat diyorsanız, yemek yazımın devamı işte karşınızda.

-1-
Kore'ye gitmenin en güzel yanlarından biri Baskin Robbins yiyebilmektir sevgili arkadaşlar. Bu marka, inanılmaz lezzetli ürünlere, çok şirin rengarenk dükkanlara sahip bir dondurma markası. Birçok çeşit var, benim favorim Banana Monster ve Cookie bir şey bir şey. Fotoğrafta gördüğünüz cookie yani kurabiyeli olan BR dondurması. Her çeşidi almadan önce tatmanız mümkün. Tek kullanımlık mini pembe kaşıklarla istediğinizi ikram ediyorlar ve en sevdiğinize karar verip alıyorsunuz. Yeşil çaylı olanı tavsiye etmem ama dener bakarsınız. 
Kutuda ya da külahta alma şansınız var. Ayrıca şirin mi şirin dondurma pastaları da çok meşhur BR'nin. İsterseniz alır arkadaşınıza doğum günü sürprizi yaparsınız, isterseniz de hediye kartı satın alır ve seçme şansını arkadaşınıza bırakırsınız. Hediye kartı dediğim şey, para karşılığında aldığınız kuponlar. Mesela 20 liralık bir kupon alıp arkadaşınıza veriyorsunuz. Daha sonra arkadaşınız istediği bir zaman gidip 20 liralık alışveriş yapabiliyor. Fiyatlar çok ucuz değil ama porsiyonlar çok büyük o yüzden değiyor. Bir top dondurma yaklaşık 4TL. Dondurma pastalar da 40-60TL arası (zam oldu mu bilmiyorum, bu yaz bilgileri güncellerim). Çok lezzetli, çok meşhur bir marka BR. Her yerde de kolayca bulabilirsiniz.  

-2-
Kore'de Paris Baguette adlı ünlü bir fırın var arkadaşlar. Her türlü unlu mamül bulmanız mümkün. Tabii ki somun ekmek yok fakat değişik ekmek çeşitleri ve tatlılar mevcut. Adından da anlaşılacağı gibi Fransız markası. Bilirsiniz Fransa'nın da ekmeği meşhurdur. 
Her neyse, fotoğraftaki bu ürünün adını bilmiyorum. Ama hikayesi şöyle: Çok fazla gezi programı izleyen birisiyimdir. Yine bir gün bir yerleri izlerken buna benzer bir şey görmüştüm. Bir ülkenin çok meşhur bir tatlısıydı ve sunucu dükkanın önünde inanılmaz kuyruklar olduğundan bahsetmişti. Ürünün adını unuttum ama Kore'de ona benzer bu tatlıya rastlayınca denemek istedim. Belki de o değildir. Ama tadını çok beğendim. Olur da tatlı kremalı unlu bir şeyler yemek isterseniz, tavsiye edebileceğim bir yiyecek kendisi. 

-3-
Bu üzüm çok ilginç bir üzümdü. İngilizce bir ismi yok. Belki de Kore dışında herhangi bir yerde yok. Korece adını unuttum ama nerede görseniz tanırsınız tahminimce. Nesi ilginç derseniz şöyle anlatayım.
Genelde içi çıkarılarak yeniyor. Çıkarmaya uğraşmanıza gerek yok, ısırdığınız anda kabuğu gövdeden ayrılıyor. İç kısmı jelibondan bir tık daha yumuşak bir kıvamda ve tatlı. Dış kısmı işe ekşi ve çok güzel bir lezzete sahip. Böyle Asai üzümlü sakızlar var ya, onlar gibi bir tadı var. Asai üzümüne yapı olarak da benziyor ama ondan farklı bir şey. Kesinlikle yemelisiniz, ben çok sevmiştim. 

-4-
Ben bu semti unuttum :( Dediğim gibi o zamanlar blog yazmadığım için notlar almamıştım ama merak etmeyin, 90 gün sonra her ayrıntıyı burada bulacaksınız. Tam bir gezgin blogger gibi yazacağım ve her şeyi çok daha net öğreneceksiniz. 
Gelelim bu sarı şeylerin ne olduğuna. 
Bunlar, külah. Bu dükkan da bir miktar ünlü bir dükkan. O külahların içine dondurma koyuyorlar siz de afiyetle yiyorsunuz. Dondurma, klasik fast food dondurması gibi bir kıvamda ve lezzette. Külah ise, hani ucuz cipsler olur ya, çipitos, papatis, patipos gibi garip isimleri olan, küçükken dille ıslatıp birbirine yapıştırdığımız, neredeyse tuzsuz mısır cipslerinden söz ediyorum. (isimleri ben uydurdum, her hakkı saklıdır :D) Hah, bu külahlar da o cipslerin bir miktar daha serti. Güzel bir dondurma ama sıradan. Zaten onu sattıran da ilginç şekli. Ama alın. Alıp fotoğraf çekilirsiniz, genelde herkes böyle yapıyor. 


-5-
Aaa! Yemeyeni dövüyorlar.
Arkadaşlar karşınızda Bingsu. Kore ile ilgili azıcık bilgisi olan herkes bu tatlıyı bilir. Kore'de en meşhur tatlılardan biri bu arkadaşlar. Hatta en meşhuru. Birçok semtte bulabilirsiniz ama en ünlü dükkanlara gitmenizi öneririm. İsim olarak şu an hangisi en iyi bilmiyorum. Bu dükkan Suwon'daki en meşhur Bingsu'cuydu. Suwon'a arkadaşıma gittiğim zaman o götürmüştü beni.
-5-
Nasıl bir tatlı?
Açıkçası mantığı güzel değil. Bir kabın içine önce kırık buzları dolduruyorlar. Sonra üzerine neli söylediyseniz ondan koyuyorlar. Dondurma, bisküvi, tatlı fasulye(en meşhuru bu) vesaire vesaire...
Sonra yemeden önce hepsini güzelce bir karıştırıyorlar. Tüm dondurma, meyveler, bisküvi veya neliyse, hepsi buz ile karışıyor. Sonra da afiyetle yiyorlar.
Fikrimce, karıştırınca tatlı mundar oluyor. Çünkü buz, bütün lezzeti alıyor. O nedenle yalnız üst kısmını yemek daha güzel. Tabii bu benim fikrim.

İrem Hanım farkıyla ek bir bilgi daha: Gidince göreceksiniz, Kore'de inanılmaz bir buz tüketimi var. Tüm içecekler ağzına kadar buzla dolu geliyor ve içeceğini bitiren her Korelinin buz yemeye başladığını görüyorsunuz. Kıtır kıtır buz yiyorlar ve çok seviyorlar. Bu durum istisnasızdı. Türkiye'ye gelen Koreli arkadaşlarım bile buzsuzluktan şikayetçi. Çünkü kışın bile Kore'de tüm içeceklerin içine buz atılıyor. Artık bu durum alışkanlık haline gelmiş. Bu nedenle olmalı ki, Bingsu'nun malzemelerinin buzla karışması onları rahatsız etmiyor.

Bu günlük bu kadar olsun. Hepinize afiyet olsun.

Mini not: Nedense bu defa tüm fotoğraflarıma numara ekleyemedim. Eklediğim takdirde yazıyı bölüyordu, idare edin.




11 Mart 2015 Çarşamba

Aklımdakiler Fikrimdekiler...

Merhaba arkadaşlar,
Bu yazımda Kore ile ilgili bir şeyler anlatmayacağım, o yüzden böyle bir beklentiniz varsa okumaya başlamayın derim.

Şimdi..
Öncelikle bir fenomen olmadığımı, fenomen olma gibi bir isteğimin de olmadığını altını çizerek belirtmek isterim. İnstagram'ı çok uzun süredir kullanıyorum ve eskiden de kendim ile ilgili birçok şeyi paylaşan biriydim. Ne zaman ki Koreli sevgilim ile fotoğraflar paylaştım, birden çok sayıda takipçim olmaya başladı. Önce bir 'noluyor?' olduktan sonra anladım ki Kore'yi seven arkadaşlarımız, Kore ile ilgili şeyleri veya Koreli biri ile birlikte olan birinin yaşadıklarını merak ediyormuş. Ben de yaşadıklarımın  paylaşmakta sakınca görmediğim kadarını, bazen de bana gelen sorular doğrultusunda yayınlamaya devam ettim. Bu sırada okulumda, 'Sosyal Medya' dersi kapsamında bir blog yayınlamamız gerektiği söylendi. Ben de söyleyecek çok şeyim olduğunu bildiğim bir konuda, hem de çok fazla merak edilen bir şey olduğunu bildiğim için Güney Kore ile ilgili bir blog yazmayı tercih ettim. Birçok kişi öğrendikleri bilgiler için bana teşekkür etti. Ben de faydalı olduğuma çok sevindim. Tam not alarak dersi de AA ile geçtiğimi bu noktada belirtmek isterim.
Blogumda da özel hayatım ile ilgili şeyler yayınlamamı isteyenler olsa da, yalnızca Kore ile ilgili bilgi almak isteyen insanları özel hayatım ile sıkmak istemedim. Facebook'a gelecek olursam, beni daha yakından tanımak isteyen değerli arkadaşlarımız beni ekleseler de, Facebook'umu daha özel bir alan olarak kullandığım ve yalnızca arkadaşlarımı eklediğim için, genelde arkadaşlık tekliflerini beklemeye aldım.

Buraya kadar tamam mıyız?

Kore-Türk çiftlerin sanal alemde başına gelen ilginç olaylardan haberdarım. Asla ve asla bu olayların içine girmek istemediğimi tekrar tekrar belirterek, mümkün olduğunca dikkatli davranmaya çalışıyorum. Neler dönüyor onu da anlamış değilim. Karşıma muhattap almak istemediğim için de konuyu açmadan kapatıyorum.
Ne yazık ki, bunca iyi niyetim ve takipçilerime olan saygıma rağmen, beni sevmeyen insanlar da çıkabiliyormuş, görmüş oldum. Herkesi sevmek zorunda değiliz ama arkadaşlar, saygı duymak zorundayız. Dün ilk defa "Her şey bu kadar göz önünde olursa ne anlamı kalır?" diye eleştirel bir yorum aldım. Bu yoruma sonuna kadar saygım var, gereken cevabı şöyle veriyorum: "İnstagram takip-takipçi sistemi olan, bir çeşit show-off uygulaması. Herkes orada istediğini paylaşıyor ve *iyi haber* herkes yine istediğini takip ediyor. Rahatsız olduğumuz kişileri engelleme ya da takip etmeme özgürlüğümüz var. Ayrıca herkes aynı düşünmek zorunda değil. Benim için paylaştığım hiçbir şeyde bir sakınca yok. Ayrıca, sevgilimden çok uzakta olduğum için yoğun duygular yaşıyorum. Oraya yazdığım her şey, içimden gelen duygusal patlamalar. Kötü anımı da iyi anımı da insanlarla paylaşmak beni rahatlatıyor. Ayrıca çok güzel yorumlar, destekler, dilekler alıyorum. İnstagram'dan arkadaş bile edindim. Herkes kendi sosyal alanlarında istediğini yapma hakkına sahip. Özellikle ben, açık görüşlü ve kimsenin hayatına karışmayan biri olarak, kendime böyle bir özgürlük hakkı tanıyorum, takip etmek bireylerin kendine kalmış."

Aslında bu yazıyı bile yazmayacaktım fakat aynı kişi iki kere yorum yapmış ve başka bir fotoğrafıma: "Sen gülme" yazmış. ...... İşte burada işler değişiyor. Bunun arkasında art niyet arayabiliriz sanırım. Nasıl bir psikolojidir ki, tanımadığınız birine, sırf sevgilisi ile fotoğraflar paylaştığı için nefret hissetmek. Merak ediyorum sevgilim Edirneli, Urfalı, Norveçli, Kanadalı olsa aynı şey mi olacaktı diye.
Ben, olumsuz yorum almayı hak edecek hiçbir şey yaptığımı düşünmüyorum. Eleştiri başka şey, tanımadığınız birinin mutsuz olmasını istemek başka. Kötü kalplere üzülüyorum sadece. Böyle insanların mutlu bireyler olduklarını düşünmüyorum. Kendi mutsuzluklarıyla mutlu insanları da üzmek istedikleri için üzülüyorum.

Sonuç olarak herkes kendi hayatına bakmalı. İlla birini sevmiyorsanız arkanızı dönüp uzaklaşmak çok zor bir şey değil. Ben hep öyle yapıyorum. Bu yorumları yapan kişiyi de engellemedim bile. İstemiyorsa bakmasın deyip geçiyorum. Bana kızılması için de bir sebep yok. Ne fenomenim, ne ünlü. Olan varsa da hayırlı olsun.
Daha fazla bu tarz konularla ilgili yorum yapmak istemiyorum.
İlktir-sondur.

4 Mart 2015 Çarşamba

Ne Yiyelim Ne İçelim? - 1

Yeniden merhaba...
Başımın yalnızca bugün değil her gün kalaba olmasından dolayı çok sık yazamadığımın farkındayım. Ama devam edeceğiz hiç merak etmeyin.

Şimdi, yemeklerden geçmiş zamanlarda kısaca bahsetmiştim. Fakat hala yemeklerle ilgili merak edilen sorular görüyorum. Sanırım Kore ile ilgili en önemli konulardan biri bu.
Öncelikle 'helal' et konusu en çok rastladığım soru.
Sevgili arkadaşlar, Kore'de helal et restoranları var. Filipinler, Endonezya gibi Müslüman nüfusu yoğun olan Asya ülkelerinden çok fazla turist geliyor Kore'ye. Bu gelen turistler de elbette ki düşünülmüş. Ben gitmedim görmedim ama İtewon gibi turisti bol bölgelerde olduğundan haberdarım. Belki de Türklerin açtığı kebapçılardan bahsediyorlardır, bilemiyorum.
Eğer helal olan Kore restoranı istiyorum derseniz, biraz zorlu bir arayış olacaktır diye düşünüyorum. Varsa yoksa bir iki tane vardır. Her gün de aynı yere gidemeyebilirsiniz.

Şöyle ki, farz edin bir Kore restoranına gittiniz. 'Et helal mi?' diye sordunuz.
Olasılık 1: Helal diyecek.
Olasılık 2: Yalan söyleyip helal diyecek.
Olasılık 3: Helal ne? diyecek.
Olasılık 1'in düşük olduğunu tahmin ediyorum. İşlettiğiniz restorana bir Şaman'ın gelip 'Bu et hakuna matata usulü ile mi kesildi?' demesi gibi bir şey bu çünkü. Böyle bir İslami usulden haberleri olduklarını düşünmüyorum. Tutun ki helal dedi, kesimini görmediğiniz bir şeye ne kadar inanabilirsiniz ki? Türkiye'de bile bunun yüzde yüz mümkün olmadığını düşünüyorum.

Bu konudaki fikrim, domuz eti yemekten kaçınmak için kıyma kullanılan köfte gibi şeyler yememeniz ve bolca sebze, ramyun, tavuk, ve deniz ürünü içerikli şeyler tüketmeniz. 'Bu yemekte domuz veya yağı var mı?' şeklinde soru sorabilirsiniz. İstediğiniz şekilde cevap alırsınız. Ya da yemeğinizi evde yaparsınız, bu kadar atraksiyona gerek kalmaz.

Şimdi gelin ben size güzel birkaç yemekten bahsedeyim. En azından menüye saatlerce bakıp ne yesek diye düşünmek zorunda kalmazsınız.
-1-
Hooop güm! En sevdiğimden başlıyorum.
-1-
Yangnyeom Chicken.(Nasıl okunduğunu unuttum, acılı sarımsaklı kemiksiz kızarmış tavuk)
'Noona Holdak' adlı restoran bu işi çok iyi biliyor. Hongde'de var. Birçok yerde var. Biraz pahalı.(18.000 Won= 36TL) Ama iki üç kişi doyabiliyor, porsiyonlar çok büyük. Çok acı, gözleriniz yaşaracak. Hafif de tatlı bir tadı var. Alkol alıyorsanız yanına yalnızca bira öneriyorum. Ayrıca yanındaki baharatlı patatesler de inanılmaz lezzetli.
Fotoğrafta sağdaki tavuk ise aynı tavuğun acı sossuz olanı. O da çok başarılı, çok lezzetli. Acı sevmeyenlere de onu şiddetle tavsiye ediyorum.
-2-
-2-
Gelelim soğuk makarna Nengmyon'a.
Fotoğrafları, Blog yazmadan önce kendim için çektiğimden dolayı böyle özensizler öncelikle bunun için özür diliyorum. Sol tarafta gördüğünüz yeşil makarna adını mutlaka duyduğunuz veya duyacağınız Nengmyon. Hamuru buğdaydan değil sebzeden yapılan bir marna kendisi. Kore soslarıyla karıştırılıyor. Buz gibi servis ediliyor. Bana sorarsanız sadece tadılır, fikir edinilir. Dibini sıyırma ihtiyacı hissedemedim.
Onun bir yanındaki beyaz makarna ise -adını unuttum affedin- sıcak ve oldukça lezzetli bir makarnaydı. İçinde dana kıyma olduğunu hatırlıyorum birde. Fotoğrafın ortasında gördüğünüz top top şeyler ise Mandu. Kore mantısı yani. İçinde domuz ve kimçi oluyor. Yalnızca Kimçili olanları da var mutlaka sorun. Fakat bu yemeğe karşı da derin duygular beslemediğim bir gerçek. Tadın, deneyim olsun. Fotoğraftaki bu restoran, bu yemeklerin en iyi yapıldığı ve çok meşhur olan bir yerdi. İçerideki kalabalığı ve yemek sirkülasyonunu tarif etmem mümkün değil. Şu an orayı da hatırlamıyorum inanın. Yakında tekrar Kore'ye gittiğimde, daha iyi mekan tarifi vereceğim, söz. Şimdilik böyle idare edin.
 -3-
-3-
OoooOOOoo...
Dakgalbi!
Bu da turistlerin en sevdiği yemeklerden biri. Önerim, yuvarlak büyük masalı bu restoranlardan birine arkadaşlarınızla gidin. Sonra masada yemek pişirme keyfini yaşayın. Masanın ortasındaki büyük pişirme tepsisine önce soslu tavuklar geliyor. Daha sonra ne isterseniz onu koyduruyorsunuz içine. Mesela bizimkinde bolca sebze, pilav, ramyun vardı. Yemek pişiyor siz yiyorsunuz, yemek pişiyor siz yiyorsunuz. Baktınız yemek bitiyor, 'Biraz daha pilav lütfen!', hemen bir kase pilav tepsiye geliyor. Lezzetli ve ötesi. Olsa da yesek dedirtti.
-4- 
Kimçiçige.
Yani nasıl anlatsam, nerden başlasam. Bu yemekle tatlı bir anım var, sanırım oradan başlayacağım. Görmüş olduğunuz beyaz şeyler tofu. Bir çeşit fasulye ezmesi yani. Asyalılar ve gurmeler bayılır. Tabii ki ben, Koreli arkadaşlarımın beyaz peyniri tofu sanması gibi, tofuyu beyaz peynir sanmıştım. İlk gördüğüm zaman 'oley be sonunda beyaz peynir!' diyerek koca bir parçayı ağzıma attığımdaki hayal kırıklığım hafızama kazınmış durumda. Yemek ise, kimçi ile yapılan, ekşimsi, kendine has kokusu olan sağlıklı bir geleneksel Kore yemeği. O gün sevemediğim bu yemeği, zaman içerisinde epey bi' benimsedim dürüst olmak gerekirse. Hatta Türkiye'de epey para ödeyip yediğim de oldu. O yüzden deneyin, önce biraz garip ama zamanla seveceksiniz. 
-4-
Bu yazımı da bitirmeden not; fotoğrafta solda görünen beyaz sıvı da Makgoli. Yani pirinç birası. Geleneksel bir Kore içkisidir. Alkollüdür. Güçlü bir alkol değil tamamen keyif için içilecek bir şey. Tavsiye ediyorum, tadı bence çok güzel. Sade içmem ama yemekle birlikte çok iyi gidiyor kanımca.

...

Şimdilik bu kadar, uyumam gerekiyor. Bir sonraki yazıda görüşürüz sevgili takipçilerim.



3 Şubat 2015 Salı

Kore'deyken Neyi Özledim?

Her ne kadar yurt dışına çıkmak keyifli bir deneyim olsa da, hepimiz ülkemize ait bir şeyleri özleyebiliyoruz. Ben de Kore'deyken bir şeyleri özledim elbette.
Bu konuda aklıma ilk gelen şey, ayran.
Tatlı hariç her türlü yiyeceğin yanında ayran tüketen bir ayransever olarak Kore'de yana yakıla ayran aramıştım.
İtevon'da bulunan bazı Türk restoranlarında olduğunu duymuş olsam da, aynı lezzette olmadığını da öğrenmiştim. Bu nedenle büyük bir ayran özlemiyle Türkiye'ye döndüğüm ilk gün, iki kase yoğurdun yanında yarım litre de ayran içmiştim. :')
Sevgili arkadaşlar, Kore'de süt ürünleri ne yazık ki Türkiye'deki gibi değil. Peynir, yoğurt gibi ürünler çok çeşitli değil, pahalı ve lezzetleri farklı. Ayrana benziyordur umuduyla aldığım 'drink yougurt' (içmelik yoğurt) şekerli çıktı. Ayrıca normal meyveli yoğurttan çok daha farklı ekşimsi bir tadı vardı. Bu nedenle ne ayran tadını alabildim ne de tuz ekleyip ayrana benzetebildim.
Yine de bundan daha lezzetli
bir muzlu süt içtiğimi
hatırlamıyorum.
Peynire gelecek olursak, Kore'de eritmelik peynir çok yaygın. En yaygın olan sarı renkteki peynir, marketlerde tüpler halinde(eski yumiyum şekerler gibi) adet olarak satılıyor. Bu peynirleri yemeklerin üzerinde erimiş ya da cipslerin yanında dip sos olarak falan servis ediyorlar. Tuzsuz bir peynir. Bu nedenle ben, Türkiye'den yanımda götürdüğüm küçük paketlerdeki tuzları çantamdan çıkarıp peynire ekliyordum. Peynir nasıl olmaz? Yoğurt nasıl olmaz? demeyin. Kahvaltı kültürleri tamamen farklı olduğu için peynir yeme ihtiyacı duymuyorlar ve hayvancılık yapılmayan bir ülke olduğu için süt ürünlerinin az olması ve etin pahalı olması gayet normal. (Aslında dağlık ülke, çok güzel hayvan yetişir, buradan yetkililere sesleniyorum.) Şaka bir yana, Kore, teknoloji satan bir ülke olduğu için, tarım ve hayvancılıktan seneler içinde uzaklaştı. Bu nedenle artık özleyiverelim yoğurdu, yapacak bir şey yok.

Bir diğer konu ise, belki de dünyanın hiçbir yerinde bizdeki gibi olmayan 'yardımseverlik' mevzusu.
Elbette ki, Kore insanı da oldukça iyi kalpli ve misafirperver. Hatta misafire bir şeyler ısmarlamak kültürü bizden daha gelişmiş olabilir. Biz daha çok ev misafirliğinde iyiyiz kanımca. Ama yardımseverlik konusunu istisnalar olsa da genelleyeceğim.
Metro'da Türkçe konuştuğumuzu duyup yanımıza gelerek bize 'Türkçe' yardım eden Koreli Bey'den özür dileyerek, Korelilerin çok yardımsever olmadığını söylemek zorundayım.
Her ne kadar Koreli arkadaşlarım Türklerin çok yardımsever olduğunu ve Korelilerin öyle olmadığını söyleseler de, gözümle görmeyi beklemiştim. Elimde koca bir bavulla metro merdivenlerinin başında kalakaldığım gün, sanırım ikna oldum. Türkiye'de olsa, saniyeler içinde bana yardım edecek bir sürü yağız delikanlı ortaya çıkardı. Fakat Kore'de işler öyle yürümüyor.
Kavga çıktığında kimse ayırmıyor mesela. Çocuğun biri gözümün önünde bir kızı itekleyip yere düşürdü, kimse bir şey yapmadı. Türkiye'de olsa o çocuğu linç ederlerdi.
Yollarda bayılmış sarhoşlardan bahsetmiştim ya, onları taciz etmemeleri iyi bir şeyken, yardım etmemeleri de bir o kadar garip gelmişti bana. Mesela Kore'de yol sorma kültürü de yok. Ellerinde navigasyon, herkes kendisi buluyor gideceği yeri. Tabii turistseniz bu garip olmaz ama, bir Koreli asla başka bir Koreli'ye yol sormuyor. Tabii özlüyorsunuz "Camii'ye arkanı ver, yüz metre ilerde solda ablacım"ları.
Mesela metroda falan da yalnızca yaşlılara yer veriliyor. (Üstelik bu kural baya dikkate alınıyor. Tıklım tıkış bir metroda yaşlı koltuklarının bomboş bırakıldığını gördüm. İçimden de baya oturmak gelmişti.) Belki hamileye de veriyorlardır ama 'kadına yer verme' kültürü yok.
(Gerçi artık bizde de büyük şehirlerde kalmadı bu kültür. Ben çok nadir rastlıyorum.)
Kafanızda daha iyi canlanması için bir anı daha anlatacağım...
Busan'dayız. Sabahlamışız ve inanılmaz bir yorgunluk var. Heunde kumsalından bir başka ünlü kumsala gitmek için günün ilk metrosuyla başka bir semte gittik. Ama ayaklarımızda derman yok. Kumsala ulaşamayacağız diye otel aramaya başladık. Bir otelin kapısı açıktı, içeri girdik. Hiç kimse yok. Zili çaldık gelen olmadı. Çıkmak zorunda kaldık. Ve kumsala doğru yürümeye başladık. Arkadaşım yürüdüğümüz yolu hatırlamadığını söylüyor, ne kadar yorgun olduğumuzu varın siz düşünün. Sonunda kumsalı bulduk. Çölde deniz bulmak gibi bir duyguydu. Sağa sola baktık açık bir tane kafe, restoran yok. Bitik durumdaydık ve kumsalda uyuma kararı aldık. Bir şemsiyenin gölgesine kıvrıldık. Çok geçmeden bir genç geldi ve patronun bizden şemsiye parası istediğini söyledi. Ben yarı baygın olduğum için arkadaşlarımdan biri ödemeyi yaptı ve uyumaya devam ettik. İnanılmaz sıcaktı ve kumsalda uyuyorduk, tam bir kabustu.
Bir süre sonra genç yine geldi ve PATRON YANDAKİ ŞEMSİYENİN GÖLGESİNİN DE ÜZERİMİZE GELDİĞİNİ SÖYLEMİŞ O YÜZDEN BİR ŞEMSİYE PARASI DAHA istemiş. Bu kez ben kalkıp celallendim. Bir iki kelam ettim beni anlamayan gence. Uzaktan bize bakan patrona delici bakışlarımı gönderdim ve parayı fırlattım. Sonra yine bayılmışım.
Şimdi bu olay Türkiye'de olsa, "Gariban kızlar perişan olmuşlar, çağır evladım bir çay çorba içirelim" derdi muhtemelen plajcı esnaf amcamız.
Bu nedenle Kore'de, -denemedim ama- yolda ihtiyacınız olsa birinin telefonunu kullanma ricasında bulunamazsınız gibi geliyor. Bu tamamen benim fikrim ama hiçbiri Korelilerin kötülüğünden değil elbette. Yalnızca alışkın olmadıkları durumlar olduğunu düşünüyorum. Öyle olduğuna inanmak istiyorum.

Yine de, Kore'deyken gerçekten prensesler gibi hissettik. İnanılmaz ilgi gördük, yollarda fotoğraflarımız, videolarımız çekildi, röportajlar yapıldı. Durduk yere tanımadığımız insanlar tarafından iltifatlar aldık. Yardım da ettiler, iyi de ağırladılar. O yüzden kimsede önyargı yaratmak istemiyorum. Ama düşerseniz de birinin elinizden tutup kaldırma ihtimalinin Türkiye'dekinden daha düşük olacağını bilin isterim.
Şu anda aklıma gelen bu iki ana öge var. Elbette yemeklerimizi, ailemi falan özledim ama bunlar zaten herkesin aklına gelebilecek klişe şeyler. Şimdilik bu kadar yetsin.
Başka bir yazıda görüşmek dileği ile, sizi seviyorum.

4 Ocak 2015 Pazar

Kore'ye Gitmek İstersek...

"İrem Hanım, böyle anlatıyorsun iyi hoş da, söyle bakalım bize kaç para lazım gitmek için?" dediğinizi duyar gibiyim.
Tabii ki en çok merak edilen şey, Kore için bize kaç para lazım ve nerede kalmalıyız.
Şimdi arkadaşlar, ufak bir kötü haberle başlayacağım fakat bu sizi korkutmasın. Kore'ye gitmek için çok para lazım. Fakat bu çok kime göre çok tartışılabilir. Eğer babanız "tabii kızım al sana beş bin lira" diyebiliyorsa, şimdiye kadar gitmediniz de bu yazıyı mı okuyorsunuz allaseniz?!
Hiçbirimizin ailesi tek seferde -eski parayla- milyarlar veremediğine göre, öncelikle yapmamız gereken biriktirmek.
Uçak fiyatlarından başlayacak olursam, fiyatlar 1.400 liradan başlıyor. En geç 4 ay öncesinden planlarınızı yapıp almanızda fayda var. Aksi takdirde 2.000-2.500 lira kadar vermeniz gerekecektir. Hatta aktarmasız gitmek istiyorsanız bu fiyat yakın tarihte 6.000lere kadar çıkıyor. Aktarmasız giden firmalar THY ve Asiana Havayolları. Qatar, Emirates, Aeroflot gibi şirketler ise aktarmalı olarak gidiyor. Net bir fiyat istiyorsanız 1.500 lirayı uçak için bir köşeye ayırın derim.

Hongdae'deki Şirin Evim ve Arkadaşım hehe
Aylık kira: 6.500lira(Coffee Prince kafesine komşu)
Hallettik mi bunu? Sıra nerede kalacağımızda. Birçok kişinin cep yakan fiyatlardan dolayı arkadaş veya tanıdık ailelerin evinde kaldığını biliyoruz. Fakat bunun Kore'de yapılacak büyük bir yanlış olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlarınızı ziyaret edin, onlarda kalın fakat kendinize ait bir oda veya evin olması inanın 10kat daha keyifli. Eğer maddi durumunuz yetecekse ev kiralamanız önerebileceğim en iyi şey. Fakat ev kiralamak tam bir çılgınlık çünkü kiralar 3-4bin liradan başlıyor. Evet sadece başlıyor. Tabii ben size İtevon, Hongde, Dongdemun, İnsadong, Gangnam gibi ünlü ve Seul'de bulunan yerlerden söz ediyorum. Bunlardan uzakta kalalım derseniz de, çok bir anlamı yok açıkcası. Ev kiralarsanız tamamen özgür ve rahat bir tatil yaşarsınız. Ayrıca arkadaşlarınızı çağırıp ev partileri yapmanız da mümkün olabilir. Asla başkasının evi gibi olmayacağından eminiz en azından.
Ama derseniz, "İrem Hanım o kadar paraya Avrupa turu yaparım", o zaman yurtları önerebilirim. Bunlar da bir odada karma şekilde insanlar, yalnız kızlar/erkekler, kişi sayısı veya özel oda gibi farklı özelliklere göre fiyatlanıyor. Aradığınız özelliklere göre fiyatlara bakarsınız ki bunlar da aşağı yukarı aylık 1.000lira.
Eğer kalabalık gidiyorsanız, iki üç arkadaşınız varsa kişi başı bin'er liraya yurtta kalacağınıza ev tutup keyfini çıkarmanızı öneririm. Bunu nereden nasıl yapacağız derseniz, ben genelde Google'da aratarak rastgele sitelerden bakıyorum ama booking.com sanırım bunların içinden en iyisi.
Oops, bir sorun daha var. Biraz İngilizceniz olması gerekiyor. Hem ev ararken hem de ev sahibiyle iletişime geçmeniz gerektiğinde İngilizce konuşmanız gerekecek. Beğendiğiniz evi/yurdu/odayı bulduğunuzda da, ev sahibine sitede belirtilen yerden mail atmanız yeterli. En geç 24 saat içinde geri dönüş yapıyorlar. Pazarlık yapın, az da olsa indirim yapılıyor. Kapora/ön ödeme, adı her neyse, Kore'de bulunan bir arkadaşınız geçici olarak ev sahibine ödeyebilir ya da bankalar sizi bekler(ama para transferinde 80lira kadar para ödüyorsunuz. Fedakar bir Koreli arkadaş bulmanız daha iyi olur. Kore'ye gittiğinizde borcunuzu ödersiniz.) Ben öyle güvenemem internetten ev kiralamaya falan, demeyin. Güvenin. Kore, bu konuda çok güvenli bir ülke. Ayrıca ev sahipleri isterseniz size rehberlik bile yapıyor. Oldukça da kibarlar. Sizi yemeğe götürmeyi teklif ederlerse korkmayın, yemek ısmarlamak Koreliler için misafirperverlik göstergesi.
Yatağım(evim iki odalıydı, diğeri
çift kişilik yataklı)
Evi de hallettik mi? İki önemli ve pahalı iş bitti. Kore, çok pahalı bir ülke değil. Tabii takıldığınız yerler çok önemli. Her gün Gangnam'da gezerseniz tabii ki çok para harcarsınız. Fakaaaat, Türk lirasının düşük olmasından dolayı bu aralar pahalı bir ülke olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Kore Won'u(para birimi) dolar ile eşit değerde. Ve biriktirdiğiniz parayı ikiye bölerek düşünmeniz gerekiyor. Bundan sonraki hesaplama size kalmış. 15 gün mü 30 gün mü kalacaksınız, her gün ne yeyip ne içeceksiniz siz biliyorsunuz. Yemek fiyatları ortalama 8liradan 40liraya kadar. Ama sokak satıcısından 2liraya kimbab alıp da yerim derseniz, siz bilirsiniz. Ya da hazır ramyun alın paranız cebinizde kalsın, mis.

Ben ne kadar harcadım? 
Ben gittiğimde Türk lirası bu kadar düşük değildi, o zamana göre her şey dahil bir ayda 6.000lira harcadım. Ve çok gezdim çok yedim içtim. Yani bu para size fazla fazla yeter.di. Won'un yükselmesiyle şimdiki durum ne bilemeyeceğim. Ama sanmıyorum ki herkes benim kadar saçma savursun, yine bu civarda bir miktar size yetecektir. Bir aydan az kalacaksanız da tabii ki daha az parayla bu işi halledebilirsiniz.
6bin'i nerden bulacağız? Bulun arkadaşlar. Çok istediğiniz bir şey için savaşmasını öğrenin. Hehe çalmayın tabii de..biriktirin. Bir sene, iki sene... Bu kadar zamanda kesinlikle biriktirebilirsiniz.

Ailem? Tüm aile bireylerini vurun :) Yok hayır, bu kez de Kore'ye girişiniz engellenir.
İzin almak için elinizden geleni yapın. Her gün bu konudan bahsedin. Onları ikna etmeye çalışın. Mantıklı sebepler sunun, güven verin. İlla banane gideceğim falan şeklinde değil, onları huzurlandıracak şeyler söyleyin. Ve vazgeçmeyin. Çok kez karşı çıkacaklar. Ama paranızı biriktirdiğinizde ne kadar istediğinizi anlayacaklardır. Sabredin. Belki de doğru zaman bu değildir. Henüz lisedeyseniz, aileniz haklı diyebilirim. Biraz büyümeyi bekleyin. Böylece daha da keyif alacaksınız emin olun.

Şimdilik yapmanız gerekenler bunlar. Sorularınız varsa burada sorabilirsiniz, yorumlarınızı inceleyip cevaplıyorum. Bu blogu interaktif, karşılıklı soru cevap şeklinde kullanabiliriz, bundan çekinmeyin.
Bu zorlu yolda hepinize kolaylıklar diliyorum.

Şimdiden iyi yolculuklar!